- Beyin Temelli Öğrenme
- Çocuklarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)
- 1. Çocuklarda Gecikmiş Konuşma ve Psiko-Konuşma Gecikmesi
- 5. Disortografi Çocuklarda Yazım Bozukluğu ve Çözüm Yolları
- 1. Duyu Bütünleme Nedir ?
- Ergoterapi Nedir? Temel Bilgiler ve Faydaları
- Migrenli Bireylerde Duyusal Modülasyon ve Ergoterapi Yaklaşımları
- Oyun ve Çocuk Gelişimi Oyun, Ergoterapi ve Gelişim Üzerindeki Etkileri
- 6. Yazma Becerisi
- Bebeklerin İlk Yıl Gelişim Takvimi (0-12 Ay)
3. Otizmde Gerçekler ve Mitler: Bir Salgın mı, Farkındalık mı?

Otizm Salgını Var mı?
Son yıllarda, özellikle medya ve bazı kamuoyunda “otizm salgını” başlıklarını sıkça duyuyoruz. Peki gerçekten otizm bir salgın mı, yoksa bambaşka bir şey mi oluyor? Çoğu ailenin, uzmanın ve otizm topluluğunun aklını kurcalayan bu soruya, tarihsel ve bilimsel bir perspektiften, aynı zamanda insani bir dokunuşla yanıt veriyoruz.
Otizm Tanısı Neden Artıyor?
1. Otizm Yeni Değil, Farkındalık Yeni
Otizm, insanlık tarihinin kadim bir parçasıdır. Otizmli özellikler (derin odaklanma, duyusal hassasiyet, sosyal etkileşimde farklılıklar, rutinlere bağlılık gibi) binlerce yıldır insan topluluklarında var olmuştur. Ancak, bu özellikler modern bilim ve toplum tarafından “otizm” adı altında tanımlanmadan önce, çok farklı şekillerde algılanıyor ve çoğunlukla yanlış yorumlanıyordu.
Tarihte Otizm İzleri
-
Antik Toplumlar: Arkeologlar, mağara resimlerinde görülen sıra dışı detaycılığı ve desen takibini, otistik bilişsel farklılıklara işaret eden ilk örnekler olarak değerlendiriyorlar. Özellikle Fransa’daki Lascaux ve İspanya’daki Altamira mağara resimlerinde, insan beyninin “farklı çalışan” taraflarının sanata ve topluma nasıl katkı sunduğu düşünülüyor (Spikins, 2018).
-
Yazılı Tarihte: Mezopotamya ve Antik Yunan kaynaklarında, toplumun geri kalanından farklı iletişim kuran, alışılmışın dışında ilgi alanlarına sahip ya da rutinlere aşırı bağlı insanlar tarif ediliyor. Bu bireyler kimi zaman “bilge”, kimi zaman “dışlanmış” olarak etiketleniyordu.
-
Orta Çağ ve Sonrası: Farklı nörolojik profile sahip insanlar, kimi zaman “sessiz derviş”, “garip keşiş”, “eksantrik bilge” gibi mistik/ruhani kimliklerle toplumda yer bulabiliyordu.
Modern Tıp Öncesi Dönem
Otizmin bilimsel olarak adlandırılması oldukça yeni. 20. yüzyıl öncesinde:
-
Otistik bireyler çoğunlukla zihinsel engelli, akıl hastası veya “uysal ama içine kapanık” olarak etiketlendi.
-
Birçok otistik çocuk, “inatçı”, “utangaç”, “dikkatsiz”, “hayalperest” veya “toplumdan kopuk” gibi yanlış sıfatlarla damgalandı.
-
Çoğu aile ve toplum için, bu çocukların veya yetişkinlerin yaşadığı zorluklar “kişilik problemi” veya “ebeveynlik hatası” olarak algılandı.
Bilimsel Tanımın Doğuşu ve Yanılsamalar
-
1900’ler başı: İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler, “autismus” terimini ilk defa, şizofreni hastalarında gözlenen aşırı içe dönüklüğü tanımlamak için kullandı.
-
1940’lar: Leo Kanner ve Hans Asperger, otizmi bağımsız bir nöro-gelişimsel durum olarak tanımladılar. Ancak onların vakaları, genellikle “tipik” erkek çocuklarla sınırlıydı. Bu da, otizmin çok daha geniş bir spektrum olduğunu gözden kaçırdı.
-
Sukhareva’nın Gözden Kaçan Katkısı: Sovyet psikiyatristi Grunya Sukhareva, 1920’lerde hem erkek hem kız çocuklarda otistik özellikleri detaylı biçimde tanımlamış, fakat Batı dünyasında uzun süre ciddiye alınmamıştı.
Neden Geçmişte Tanılamada Sıkıntı Yaşandı?
-
Bilgi Eksikliği: Nörobilim ve psikoloji alanındaki gelişmeler sınırlıydı. Toplumda “nöroçeşitlilik” kavramı yoktu.
-
Kültürel Algı ve Önyargı: Farklılık, ya mistik/özel olarak kabul gördü, ya da hastalık/tehlike olarak damgalandı.
-
Kısıtlı Tanı Kriterleri: Uzun yıllar boyunca sadece belirgin, klasik otizm vakaları fark edilebildi. Özellikle dil gelişimi geriliği, sosyal geri çekilme ve tekrarlayan davranışlar dışındaki varyasyonlar göz ardı edildi.
-
Cinsiyet ve Irk Faktörü: Kızlar, kadınlar, etnik azınlıklar ve “yüksek işlevli” bireyler daha da görünmezdi.
DSM ve Tanı Sisteminin Evrimi
Otizmin tanınmasında asıl kırılma noktası, tanı kriterlerinin değişmesiyle yaşandı:
-
1980 – DSM-III: Otizm, ilk kez çocukluk şizofrenisinden ayrı, bağımsız bir teşhis olarak tanımlandı.
-
1994 – DSM-IV: Asperger sendromu ve PDD-NOS gibi alt kategoriler eklendi. Böylece, daha fazla birey (özellikle dil problemi olmayanlar ve yetişkinler) tanı alabildi.
-
2013 – DSM-5: Bütün alt tanılar birleştirildi ve “Otizm Spektrum Bozukluğu” olarak tanımlandı. Tanı için gerekli kriterler genişledi, daha çok kişi doğru tanı almaya başladı. Ayrıca, otizmle birlikte dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi durumların da eşzamanlı tanısı mümkün oldu.
Farkındalık ve Kapsayıcılığın Artmasının Sonuçları
-
Tanı Oranları Yükseldi: Artık yalnızca belirgin örnekler değil, hafif/maskeleyen otistikler de fark ediliyor.
-
Daha Erken Tanı: Tarama programları ve toplumsal bilinç sayesinde, otizm çok daha küçük yaşlarda saptanabiliyor.
-
Kendini Tanıyan Yetişkinler: Sosyal medya ve otizm toplulukları sayesinde, yetişkin yaşta birçok kişi hayatı boyunca anlam veremediği zorlukların aslında otizme bağlı olduğunu keşfediyor.
-
Destek ve Haklara Erişim: Doğru tanı sayesinde, bireyler özel eğitim, terapi ve toplumsal destek imkanlarına kavuşabiliyor.
2. Tanı Kriterleri ve Tarama Testleri Genişledi
1. DSM Değiştikçe Otizm Tanımı Dönüştü
Otizm, psikiyatri literatüründe ancak son 40 yılda net bir şekilde tanımlanabilmiş ve klinik olarak tanınabilmiştir.
-
DSM-III (1980): Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayımladığı bu rehberle birlikte, otizm “çocukluk şizofrenisi”nden ayrılarak, ilk kez bağımsız bir nörogelişimsel bozukluk olarak tanımlandı.
-
Bu dönemde tanı kriterleri oldukça dardı. Genellikle ağır iletişim güçlüğü, göz teması kurmama, dil gecikmesi, ciddi tekrarlayan davranışlar ve sosyal etkileşimde ciddi eksiklikler aranıyordu.
-
-
DSM-IV (1994): Otizm alt tipleri (“Asperger Sendromu”, “Atipik Otizm”/PDD-NOS gibi) tanımlandı. Böylece daha hafif ve farklı şekilde seyreden olgular da tanı kapsamına alındı.
-
DSM-5 (2013): Tüm bu alt tipler kaldırılarak “Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB)” tek bir çatı altında toplandı. Yani; iletişim, sosyal etkileşim ve kısıtlı/tekrarlayan davranışlar farklı derecelerde spektrum üzerinde değerlendirilmeye başlandı.
-
Ayrıca, aynı bireyde hem otizm hem dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi ek tanılar koymak da mümkün hale geldi.
-
“Spektrum” kavramı, otizmin çok farklı şiddet ve belirti kombinasyonlarıyla ortaya çıkabileceğinin kabulü anlamına gelir.
-
Bu değişimler, geçmişte tanı alamayan, farklı şekilde kendini gösteren ya da maskelenmiş otistik bireylerin tanımlanmasını sağladı.
2. Tarama Testlerinin ve Standart Protokollerin Gelişmesi
Tanı kriterleri genişledikçe, erken yaşlarda ve toplu tarama programlarıyla otizm saptanabilir hale geldi:
-
Amerikan Pediatri Akademisi (AAP), 2007’den itibaren tüm çocuklar için 18. ve 24. ayda rutin otizm taramasını önermeye başladı.
-
M-CHAT (Modified Checklist for Autism in Toddlers) ve benzeri tarama formları yaygınlaştı.
-
Bu sayede, daha önce gözden kaçan ya da yanlış etiketlenen birçok çocuk artık küçük yaşlarda tanı alabiliyor.
-
-
Türkiye’de ve dünyada benzer uygulamalar ile anaokulu ve ilkokul öncesi dönemde aileler, öğretmenler ve sağlık çalışanları tarafından çocuklar çok daha yakından izlenmeye başlandı.
-
Erişkinler için de gelişmiş tarama araçları (AQ, RAADS-R gibi) ile çocukken gözden kaçan bireyler, yetişkinlikte tanı almaya başladı.
3. Klinik Pratikte Tanı Süreci Nasıl Genişledi?
-
1. Multidisipliner Yaklaşım: Tanıda Farklı Branşların Katkısı
Günümüzde otizm tanı süreci, tek bir uzmanın gözleminden çıkıp çok disiplinli bir ekibin değerlendirmesine dönüşmüştür.
-
Pediatri uzmanları çocuk gelişimini izler, aileden gelen ilk şüpheleri değerlendirir, tarama testlerini uygular ve gerekirse uzmanlara yönlendirir.
-
Çocuk ve ergen psikiyatristleri, davranışsal ve sosyal-iletişimsel özellikleri daha detaylı inceler, tanısal görüşmeler ve standardize testler (ADOS, CARS vb.) ile kesin tanı koyar.
-
Çocuk nörologları, eşlik eden nörolojik sorunları (epilepsi, gelişimsel gerilik, motor sorunlar vb.) tarar ve ayırıcı tanı yapar.
-
Ergoterapistler, çocuğun günlük yaşamda karşılaştığı duyusal ve motor zorlukları değerlendirir; duyu bütünleme ve fonksiyonel katılım açısından önemli veriler sunar.
-
Psikologlar, çocuğun bilişsel işlevlerini, adaptif becerilerini ve duygusal profilini testlerle değerlendirir.
-
Özel eğitim uzmanları, çocuğun eğitim ortamındaki davranışlarını gözlemler, öğrenme stilini ve sosyal etkileşimini analiz eder.
Bu ekip çalışması, otizmin çok boyutlu doğasını daha iyi yakalamayı, yanlış tanı oranını azaltmayı ve çocuğun güçlü-yetersiz yönlerini ayrıntılı ortaya koymayı sağlar.
2. Okul ve Kreşlerde Sistematik Gözlem ve Erken Müdahale
Eğitim kurumları, otizmde erken tanının ve müdahalenin anahtar noktası haline gelmiştir:
-
Öğretmenler ve okul psikolojik danışmanları çocukların sınıf ortamındaki sosyal iletişim, oyun oynama, sıra bekleme, göz teması, grup aktivitelerine katılım gibi davranışlarını yakından izler.
-
Gelişimsel farklılıklar (örneğin; konuşma gecikmesi, yaşıtlarıyla oynamama, tekrarlayan hareketler, aşırı duyusal hassasiyet) saptandığında aileyle iletişime geçilir.
-
Okul temelli gözlem formları, gelişimsel değerlendirme anketleri ve sosyal beceri tarama ölçekleri sayesinde daha sistemli tarama yapılır.
-
Okullar ve anaokulları, şüpheli çocukları uygun sağlık kurumlarına veya rehberlik ve araştırma merkezlerine yönlendirir; böylece tanı süreci hızlanır ve gecikme önlenir.
-
Ayrıca, akranlarıyla karşılaştırmalı değerlendirme, bazı hafif belirtileri daha erken ortaya çıkarır.
3. Aile Farkındalığının ve Bilincinin Artışı
Son yıllarda toplumda otizm farkındalığının yükselmesi, ailelerin çocuklarındaki farklılıkları daha erken ve doğru şekilde algılamasını sağlamaktadır:
-
Medya, sosyal medya, kamu spotları ve aile-uzman işbirliği ile otizme dair bilgi yaygınlaşmış, yanlış inançlar azalmıştır.
-
Aileler, konuşma gecikmesi, tekrarlayan davranışlar, göz teması kurmama, aşırı rutinlere bağlılık, ani öfke nöbetleri gibi küçük ama anlamlı belirtileri daha çabuk fark eder oldu.
-
Ailelerin çocukları için erken değerlendirme ve tanı arayışına girmesi, “bekleyelim geçer” yaklaşımının yerini aldı.
-
Bu farkındalık artışı, tanı oranlarının ve erken müdahale programlarına yönlendirmenin yükselmesine yol açtı.
4. Klasik Olmayan, Atipik ve Maskelenmiş Otizm Belirtilerinin Tanınması
Geçmişte sadece “klasik” otizm belirtileriyle sınırlı olan tanı süreci, bugün çok daha geniş ve incelikli hale geldi:
-
Maskelenmiş otizm: Özellikle kız çocukları, sosyal olarak yaşıtlarına daha “uyumlu” görünebilir veya otizmi gizlemek için bazı davranışları bilinçli olarak maskeleyebilir. Artık uzmanlar bu “maskelenmiş” belirtileri daha iyi tanıyor ve değerlendirme sırasında aktif olarak sorguluyor.
-
Hafif belirtiler: Tekrarlayan el hareketleri, düzen takıntısı, sosyal içe kapanıklık gibi hafif düzeydeki bulgular da dikkate alınmaya başlandı.
-
Kızlarda ve “yüksek işlevli” bireylerde otizmin farklı sunumu: Kız çocuklarında otizm, daha çok hayal dünyasına dalma, sosyal rol yapma oyunlarına aşırı yoğunlaşma, tek bir arkadaşla sınırlı ilişkiler kurma gibi “daha az belirgin” belirtilerle ortaya çıkabilir. “Yüksek işlevli” yetişkinlerde ise, obsesif ilgi alanları, sosyal yorgunluk, detaycılık ve derin rutincilik ön plana çıkabilir.
-
Çeşitli kültürel ve etnik gruplarda otizm tanısı konması da kolaylaştı. Eskiden yalnızca “dikkat çekici” vakalar görülürken, artık kültürler arası farklılıklar da göz önünde bulunduruluyor.
5. Değerlendirme Araçları ve Teknolojideki Gelişmeler
-
ADOS, CARS, GARS, M-CHAT, SRS gibi standardize testler ve tarama araçları hem klinisyenlerin hem de eğitimcilerin daha nesnel ve güvenilir şekilde tanı koymasını sağladı.
-
Dijital gözlem ve değerlendirme formları, video analizleri, ebeveyn ve öğretmen geribildirim anketleri tanı sürecine hız ve derinlik kattı.
-
Erişkinler için otizm tarama ölçekleri (ör: Autism Spectrum Quotient, RAADS-R) ile çocukken tanı almamış bireyler de artık erişkin yaşta tanı alabiliyor.
-
4. Sonuç: Neden Daha Fazla Tanı Konuyor?
-
Geçmişte yalnızca ağır, belirgin ve genellikle erkek çocuklarda görülen otizm tanısı;
-
Bugün hafif belirtiler, geç konuşan, sosyal olarak “farklı” ama uyumlu görünen, takıntılı ilgi alanlarına sahip, maskeleyen veya duygusal açıdan içe dönük çocuklar ve yetişkinlerde de konabiliyor.
-
-
Tarama testlerinin yaygınlaşması, aile ve eğitimci farkındalığının artması, DSM’nin tanı kriterlerinin genişlemesi ve sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaşması sayesinde artık daha fazla birey doğru ve erken tanı alabiliyor.
-
Bu değişim, otizmin gerçekten daha fazla görülmesinden ziyade, geçmişte gözden kaçanların nihayet görünür olmasını sağlıyor.
Özet Bilgi Kutusu:
Bugün daha fazla otizm tanısı konmasının sebebi, hem tanı kriterlerinin kapsayıcı hale gelmesi hem de tarama testleriyle her çocuğun ve yetişkinin gelişimsel özelliklerinin yakından takip edilmesidir. Tanı sürecindeki bu evrim, binlerce insanın hak ettiği desteğe ulaşmasını sağlamaktadır.
3. Toplumsal Farkındalık ve Dijital Topluluklar
Son 20 yılda internet ve sosyal medya, otizmde devrim niteliğinde bir dönüşüm yarattı.
Eskiden otizmli bireyler çoğunlukla yalnız, anlaşılmamış ve dışlanmış hissederken; bugün dijital dünyada görünürlükleri artıyor, güçleniyor ve birbirlerini buluyorlar.
Dijital Platformların Etkisi
-
Bloglar, forumlar, YouTube ve sosyal medya platformları sayesinde otizmli bireyler, kendi hikayelerini, günlük deneyimlerini, yaşadıkları zorlukları ve başarıları doğrudan paylaşabiliyor.
-
“#ActuallyAutistic” ve benzeri hashtag’ler aracılığıyla otizmli bireyler, aileler ve uzmanlar arasında küresel bir iletişim ağı oluştu.
-
Instagram, TikTok ve Twitter gibi platformlarda, özellikle genç yetişkinler otizmde “maskelenme”, “stimming”, “sensorial overload” gibi özgün deneyimleri anlatarak başkalarının kendini tanımasına öncülük etti.
-
Destek grupları ve online topluluklar, yalnızca duygusal destek değil, aynı zamanda eğitim, hak savunuculuğu ve farkındalık için de bir merkez haline geldi.
Sonuçlar
-
Eskiden yalnızca uzmanların anlattığı bir konu olan otizm, bugün otizmli bireylerin kendi sesleriyle anlatıldığı bir alana dönüştü.
-
Dijital topluluklar sayesinde birçok kişi “ben yalnız değilim, başka insanlar da benim gibi düşünüyor ve hissediyor” diyerek güç buldu, kendini tanıdı.
-
Bu paylaşım ortamı, hem öz-tanı (self-diagnosis) oranlarını hem de profesyonel tanı alma motivasyonunu artırdı.
-
Ayrıca, yanlış bilgilerle mücadele ve toplumsal önyargıları yıkmak için de önemli bir işlev gördü.
4. Göz Ardı Edilen Gruplar Nihayet Tanınıyor
Otizm tanı tarihinin büyük kısmında, tanı kriterleri çok dardı ve çoğunlukla belirgin, klasik otistik belirtiler sergileyen erkek çocuklara odaklanıyordu. Bu nedenle;
-
Kız çocukları, kadınlar, farklı etnik kökenlerden ve nörolojik profillerden bireyler sıklıkla gözden kaçtı ya da yanlış tanı aldı.
-
Maskelenmiş otizm: Özellikle kızlar ve bazı yetişkinler, sosyal uyum sağlamak için otizm belirtilerini bilinçli ya da bilinçsiz şekilde gizleyebiliyor, taklit edebiliyor veya bastırabiliyorlardı. Bu yüzden otizmleri uzun süre anlaşılamadı.
-
Yüksek işlevli otizm (High Functioning Autism): Dil gelişimi normal olan, akademik olarak başarılı veya entelektüel açıdan güçlü bireylerde, sosyal zorluklar veya özel ilgi alanları göz ardı edilerek tanı konulamadı.
Artık Neler Değişti?
-
Tanı kriterlerinin ve uzman farkındalığının gelişmesiyle, atipik ve hafif belirtiler de ciddiye alınmaya başlandı.
-
Kadınlarda otizm: Kız çocuklarında ve kadınlarda sosyal ilişkilerde “fazla uyumlu” görünme, rol yapma, içe dönük obsesif ilgi alanları veya derin hayal dünyası gibi belirtiler dikkate alınmaya başlandı.
-
Etnik ve kültürel çeşitlilik: Daha önce sadece “tipik” görünen vakalar tanı alırken, artık farklı kültürlerden, ırklardan, sosyal sınıflardan bireyler de spektrumda değerlendirilebiliyor.
-
Yetişkin otizmi: Artık sadece çocukluk çağında değil, yetişkin yaşta da birçok kişi otizm tanısı alabiliyor. Özellikle çocuklarının tanısı üzerinden kendi özelliklerini fark eden anne-babalar için geç tanı oranı yükseliyor.
-
Çeşitli nörolojik profiller: Otizmle birlikte dikkat eksikliği (DEHB), kaygı bozukluğu, öğrenme güçlüğü gibi durumlar da daha iyi tanımlanıyor.
Sonuç olarak, otizmde görünmez kalan bir nesil ve azınlık gruplar nihayet tanınmaya, ihtiyaç duydukları desteğe ve haklara ulaşmaya başladı.
5. Otizmin Genetik Temeli ve Nesiller Arası Aktarım
Otizm, tek bir nedene indirgenemeyen, genetik ve çevresel faktörlerin karmaşık etkileşimiyle ortaya çıkan bir nörogelişimsel farklılıktır.
Genetik Temel
-
Araştırmalar, otizmin yüksek oranda kalıtsal olduğunu gösteriyor. Tek yumurta ikizlerinde otizm benzerliği oranı %60-90, çift yumurta ikizlerinde %20-30 civarında bulunmuştur.
-
Genetik geçiş: Otizmin ortaya çıkmasında birçok genin küçük etkileri, belirli kombinasyonlar ve bazen de yeni genetik mutasyonlar rol oynar.
-
Otistik özellikler (“autistic traits”), bazen aile üyelerinde belirgin olmasa da, sosyal iletişim, duyusal hassasiyet veya özel ilgi alanları şeklinde “hafif” şekilde görülebilir.
Nesiller Arası Aktarım
-
Otistik yetişkinler, genellikle benzer duyusal hassasiyetlere veya sosyal iletişim tarzlarına sahip insanlarla daha derin ilişkiler kurabilir ve aile kurabilirler.
-
Dijital çağda, otizmli bireylerin birbiriyle tanışıp, kendileriyle benzer nörolojik profile sahip kişilerle aile kurmaları kolaylaştı.
-
Bu sayede, otizmli özelliklerin yeni nesillere aktarımı doğal olarak artabilir.
Bulaşıcı Değil, Genetik ve Kültürel Bir Sonuç
-
Otizmin tanı oranlarının artmasının asıl nedeni, toplumun otizmi daha iyi tanıması, kapsayıcı tanı kriterleri ve dijital iletişimdir.
-
Artan genetik aktarım, toplumun çoğulcu yapısı ve “nöroçeşitlilik” yaklaşımı sayesinde artık bir dezavantaj değil; çeşitliliğin zenginliği olarak görülmeye başlandı.
-
Burada önemli olan, otizmin bir “salgın” veya “bulaşıcı hastalık” olmadığını, insanlığın genetik ve kültürel mozaiğinin doğal bir sonucu olarak değerlendirmektir.
Sonuçta; bugün daha çok otizm tanısı konmasının nedeni, hem genetik aktarımın görünür olması hem de toplumun değişen bakış açısı ve gelişen farkındalığıdır.
Bugün artık otizmi sadece belirgin özelliklerle tanıdığımız erkek çocuklarla sınırlı görmüyoruz. Farklı yaşlardan, cinsiyetlerden ve kökenlerden çocuklar, bir arada ve kendine özgü… Toplumsal farkındalık ve kapsayıcı bakış açısı sayesinde her çocuğun hikayesi görünür oluyor. Çünkü otizm, insan çeşitliliğinin doğal bir parçası.
Otizm Salgını mı, Kolektif Bir Uyanış mı?
CDC verilerine göre, 2000 yılında 150 çocuktan 1’i otistik olarak tanılanırken, bu oran bugün 36 çocuktan 1’e yükselmiş durumda. Bu artış, toplumsal farkındalığın ve tanı araçlarının gelişmesinden kaynaklanıyor.
Yani otizm bir salgın değil, toplumun otizmi görme biçiminin dönüşmesi!
Sonuç: Korkuya Değil, Anlayışa İhtiyacımız Var
Otizm tanısındaki artış, toplumsal bir kriz değil; geç kalmış bir tanınma ve kabul sürecinin yansımasıdır. Farklılıklarımızı anlamak, desteklemek ve önyargıları yıkmak, toplumsal gelişimin anahtarıdır.
“Otizm yeni değil. Yeni olan, bakış açımız ve farkındalığımız.”
“Rakamlar kriz değil, kolektif bir uyanışın göstergesidir.”
Sıkça Sorulan Sorular (FAQ)
Otizmli çocuk sayısı neden artıyor?
Çünkü tanı kriterleri gelişti, toplumda farkındalık arttı, artık daha fazla kişi doğru şekilde tanılanabiliyor.
Otizm bulaşıcı bir hastalık mı?
Hayır. Otizm genetik ve çevresel etmenlerin etkileşimiyle ortaya çıkan nörogelişimsel bir farklılıktır.
Tanıdaki artış ne anlama geliyor?
Daha fazla bireyin destek ve haklardan yararlanabilmesi anlamına geliyor.
Kaynaklar ve Referanslar
-
Spikins, P. et al. (2018). Prehistoric Art and Autism
-
Waltz, M., & Shattock, P. (2004). Autism: A Social and Medical History